15 Aralık 2014 Pazartesi

Günümüzde Benzeri Görülmeyen Aşklarıyla 5 Ünlü Şair

1. Nazım Hikmet ve Piraye


Piraye Hanım'ın oğlu Memet Fuat'ın 'Nazım ile Piraye' ve 'Gölgede Kalan Yıllar' kitaplarında dillendirdiği, bir zamanlar Erenköylülerin tanıklık ettiği büyük bir aşk.
"Yaşım otuz sularında, fakat seni 14 yaşında bir mekteplinin ve 60 yaşında bir felsefe adamının ikiz aşkıyla seviyorum…  "
- Piraye'ye Mektuplar
Ne güzel şey hatırlamak seni: 
Ölüm ve zafer haberleri içinden, 
Hapiste 
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...
......
Ne güzel şey hatırlamak seni: 
Ölüm ve zafer haberleri içinden, 
Hapiste 
Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

2. Sezai Karakoç ve Mona Rosa


Cemal Süreya'ya soyadından bir harf eksilten kadın Muazzez Akkaya.
Sezai Karakoç ile üniversitede sınıf arkadaşıdırlar ve aynı kıza aşıktırlar, günlerce birbirlerine Muazzeze duydukları ilgiyi anlatırlar, yazdıkları şiirleri okurlarmış.Tabi daha sonra bu aşk rekabete dönüşmüş, birbirlerine 'ben elde ederim, sen elde edersin' derken 'kim elde edecek?' diye iddiaya tutuşmuşlar... Kaybeden büyük bir bedel ödemek zorunda kalacaktır, hayatı boyunca bu beden üzerinde bir iz olarak kalacaktır. Bedene fiziksel anlamda zarar vermeyecek bir şey olacak diye de karar kılmışlar ve kaybeden ismini değiştirecektir. Sezai Karakoç kaybetseydi eğer 'Sezai Karkoç' olacaktı fakat iddayı 'Cemal Süreya' kaybeder.. ve 'Süreyya' 'Süreya' olur..
Peki daha sonra... Muazzez, Sezai Karakoç ile aşkının bir iddia sonucu ortaya çıktığını öğrenir ve bunu kaldıramaz, biraz da maddi durumu olmayan Muazzez bu olaydan sonra okulu bırakır ve memleketi Geyve'ye döner... Sezai Karakoç bu duruma çok üzülür ve Muazzez Akkaya'ya ithafen 'Mona Rosa'yı yazar.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. 
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister. 
Ah senin yüzünden kana batacak. 
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
...
Açma pencereni perdeleri çek, 
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek. 
Anla Mona Rosa ben bir deliyim. 
Açma pencereni perdeleri çek. 

3. Cemal Süreya ve Tomris Uyar


"Daha nen olayım isterdin, onursuzunum senin"
Tomris Uyar şöyle tarifliyor Cemal Süreya’yı: “Tanıdığı kaç kişi varsa o kadar Cemal Süreya vardır. Hepsi değişik. Belki temel öğeleri aynı kalıyor; politikaya, edebiyata, espriye tutkusu; çalışkanlığı, dürüstlüğü gibi, Ama çok değişken biri. O yüzden ben bir tane Süreya biyografisi düşünmem. 3 tane yazılabilir. 3 tane apayrı”
Cemal Süreya bu şiiri Tomris Uyar için yazmıştır.
Ay ışığında oturduk 
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni 

4. Orhan Veli ve Nahit Hanım


Cemal Süreya'nın Nahit Hanımdan bahsederken dediği gibi "Rönesans Gibi Kadın"
“Bir de sevgilim vardır, pek muteber,
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun”
Bu dizelerde bahsedilen kadındır Nahit Gelenbevi..
" Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar
Sade kadın değil, insan
Ne kibarlık budalası
Ne malda mülkte gözü var
Hür olsak der
Eşit olsak der
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar." 
 -Yalnız Seni Arıyorum

5. Turgut Uyar ve Tomris Uyar

Turgut Uyar en şanslı şair. O güzel şiirleri yazdıran kadın yanındadır hep, yanıbaşında.
İthafen; Herkes seni sen zanneder.
Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile
Seni ben geçerken
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu ''O'' geçiyordur
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur. 

KAYNAK:http://onedio.com/haber/sairler-ve-asklari-416102




Samsun Onur Anıtı



Onur AnıtıSamsun'un İlkadım ilçesindeki Belediye Parkı'nda yer alan ve Samsun'un simgesi haline gelen anıt.
Anıtın heykeli Samsun Valisi Kâzım Paşa tarafından Samsun halkı adına Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel'e 1927 yılında sipariş edilmiş, 

1928 yılında Viyana'da başlayan yapım süreci 1931 yılında sonlanmış ve heykel kaidesine 29 Ekim 1931 tarihinde dikilmiştir. 15 Ocak 1932 tarihinde de anıtın resmî açılışı yapılarak[ cumhuriyet tarihinin 13. anıtı, Heinrich Krippel'in ise Türkiye'deki 4. anıt çalışması olmuştur.Kimi kaynaklarca 29 Ekim 1931 veya 29 Ekim 1932 tarihinde açılış töreninin yapıldığı bilgisi yer alsa da dönemin basınında çıkan haberler esas alındığında anıtın açılışının 15 Ocak 1932 tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Tunçtan yapılmış olan heykelin yüksekliği 4.75 metre, taş blok kaidenin yüksekliği 4.10 metre, tüm anıtın yüksekliği ise 8.85 metredir.
Heykel için dönemin parasıyla $37.000'a anlaşılmış, buna ek olarak heykeltıraş Heinrich Krippel'e ise $5.500 ödeme yapılmıştır.
Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı noktaya dikilen anıt Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı sayılan bu anı simgelemektedir.

Fikir, inşa ve dikilme süreci


Samsun'da Mustafa Kemal'e ithafen bir anıt dikilmesi dönemin Samsun ValisiKâzım Paşa tarafından ortaya atılmıştır. 19 Mayıs 1927 tarihinde ise Kâzım Paşa'nın katıldığı kaidenin temel atma töreniyle de anıtın inşa süreci resmen başlamıştır. Anıt için daha önce Ankara Zafer Anıtı'nın inşası için açılan yarışmayı kazanan Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel ile $37.000'a (2014 enflasyon oranları ile $500,79 bin) anlaşılarak sipariş verilmiştir.Krippel, heykeldeki vücut ölçüleri ve surat ifadesi için daha öncesinde Mustafa Kemal'in Ankara'daki ikâmetine giderek aldığı ölçüleri esas almış, heykelin çalışmalarını da Türkiye'de gerçekleştirmiştir. Heykelin tunç dökümleri ise 1928 yılında Viyana'daki Vereinigte Metallwerke dökümhanesinde başlamış ve 1931 yılında 32 parça halinde sonlanmıştır. Döküm aşamasından sonra temizlik ve rötuş işlemleri için dökümhanede birleştirilen anıt bu işlemlerin de tamamlanmasının ardından tekrar sökülerek her bir parça ayrı ayrı sandıklanmıştır.

Hamburg'dan Deutsche Levante-Linie kumpanyasının Nicea vapuru ile taşınan anıtın parçaları 15 Ekim 1931 tarihinde Samsun'a ulaşmıştır. Ancak gümrük geçişi sırasında 40.000 gümrük vergisi istenen heykel gümrüğe takılmıştır.Verginin il kurumlarınca ödenmesi mümkün olmadığından dolayı 7. Türkiye Hükûmeti devreye girmiş ve heykelin gümrükten çıkarılamamasının kamuoyunda olumsuz etki yaratacağı nedeniyle bütçe oluşturularak vergi bu bütçeden karşılanmıştır.

Heykelin gümrükten çıkarılmasını takiben ise kaideye monte edilme işlemleri başlatılarak Avusturyalı bir mühendisin de yardımıyla 29 Ekim 1931 tarihinde heykel kaideye monte edilmiştir.


Açılış töreni

Anıtın resmî açılış töreninin Birinci İnönü Muharebesi zaferinin yıldönümü olan 10 Ocak 1932 tarihinde yapılması düşünülse de hazırlıkların tamamlanamaması nedeniyle tören 15 Ocak 1932 tarihinde saat 14.00'da yapılmıştır.Törene askerî bando, askerî kıta, şehirde görevli kolluk kuvvetleri, dernek ve resmî kurumlar, siyasetçiler, yerel halk ve çevre halkı katılım göstermiştir. Bandonun İstiklâl Marşı'nı çalmasının ardından öncelikle Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in gönderdiği şu telgraf okunmuştur

Salim Bey, Samsun Valisi
Muhterem Samsun halkının şahsıma karşı besledikleri asil duyguların kıymetli bir tezahürünü bildiren telgrafınızdan pek mütehassıs oldum. Teşekkür, muhabbet ve selamlarımın halka arzını rica ederim.
—Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal

Mustafa Kemal'in telgrafının ardından ise Başbakan İsmet Paşa'nın telgrafı okunmuştur[13]:

Salim Bey, Samsun Valisi
Büyük Gazi'nin heykellerinin rakzı münasebetiyle vatanı seven Samsun halkının gösterdiği asil ve necip duygularla teşekkür ederim. Efendim.

Bu iki telgrafın ardından dönemin valisi Mehmet Salim Bey bir konuşma yaparak heykelin açılışını yapmıştır. Bu konuşmanın ardından Halk Fırkası'nın Samsun teşkilatı adına Ethem Veysi Bey, Samsun halkı adına Kefeli Muhittin Bey, Meclis-i Umumi adına Zübeyiroğlu M. Fuat Bey, Samsun Belediyesi adına Muhittin Bey, Maarif Bakanlığı adına bakanlığın Samsun müdürü Cemal Bey (Gültekin) konuşmuştur. Son olarak ise Heinrich Krippel kürsüye çıkarak Almanca bir konuşma yapmış, konuşmayı Ekrem Rüştü Bey çevirmiştir. 

Konuşmaların ardından tören atlı kıtanın geçişiyle sürmüş, vilayet meclisindeki kabul töreni ile birlikte de son bulmuştur. Ayrıca aynı günün akşamı Heinrich Krippel ve Mehmet Salim Bey onuruna bir de yemek verilmiş, Krippel'e ek olarak $5.500 (2014 enflasyon oranları ile $93,69 bin) daha ödeme yapılmıştır.


Sembolik önemi



Anıtın 15 Ocak 1932 tarihindeki açılış töreninde çekilmiş bir fotoğraf.



Samsun'un Kurtuluş Savaşı'nın ilk durağı ve cumhuriyetin ilanına giden sürecin simgesel noktalarından olan biri olması nedeniyle bunu sembolize eden bir anıt dikilmesi kararlaştırılmış, anıtın ise bu sembolik anlama uygun olarak Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı noktaya dikilmesine karar verilmiştir. (Anıt Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı iskelenin hemen yukarısına dikilmesine rağmen zamanla denizin doldurulması nedeniyle günümüzde sahil şeridinin uzağında kalmıştır.) Anıt salt olarak bu anlam yüklemesi ile dikilmiş olup çeşitli kişilerce çeşitli açıklamalar da yapılmaktadır.
Bu açıklamalardan biri de anıtın açılış konuşmasında dönemin valisi Mehmet Salim Bey tarafından yapılmıştır

Bu eser Türkün azmini, damarlarındaki asil kanda mevcut kuvveti, cevheri ifade eden büyük halaskârımızın timsalidir. Kalplerde yaşayan muhabbetin bu mücessem timsalidir...
—Samsun Valisi Mehmet Salim
Ayrıca 1933'te yazdığı bir gezi yazısı ile İbrahim Alaettin Bey de Samsun'un ve anıtın sembolik öneminden bahsetmiştir:

Bizim için Karadeniz'de Samsun'un ehemmiyeti Akdeniz'deki İzmir'in değeri derecesindedir denebilir. İstiklâl tarihi Samsun'da başladı, İzmir'de tamam oldu. Türk inkılâbının güneşi olan o altın baş Samsun’da Türkeli'ne ve İzmir'de de cihana doğdu. Samsun'da çekilen kılıç kınına İzmir'de girmiştir

Samsun'da ilk görülecek en mühim eser, Gazi'nin oraya ayak bastığı büyük günü hatırlatan abidedir. Bu abide Karadeniz'in en hırçın fırtınalarından ilham almış gibi, Gazi'nin Millî Mücadele başındaki kükreyişini başarıyla ifade eder. Onun içinde bulunduğu park da Avrupa şehirlerindeki umumi bahçelerden farksızdır.

—İbrahim Alaettin

( ALINTI )


10 Aralık 2014 Çarşamba

“Dışarıda Aynısı Dünyanın Parası” Olan 9 Nefis Yemek

Kurutulmuş domatesli risotto


İtalya’nın dünyaya kazandırdığı en lezzetli şeylerden biridir risotto. Her mekanın lezzetli
bir şekilde yapamadığı her yerde bulunamadığı için de pahalıdır.

Etli ve peynirli ıspanak salatası


Eggs Benedict


Beef Stroganoff

CookZone’dan tavada antrikot ve ıspanaklı patates püresi


Izgara sebzeli marine biftek


Kremalı mantar soslu penne makarna


Lazanya


Waffle


..Afiyet olsun..



KAYNAK:http://onedio.com/haber/-disarida-aynisi-dunyanin-parasi-olan-10-nefis-yemek-417850








9 Aralık 2014 Salı

Cengiz Kurtoğlu Kimdir?



Eşsiz yorumcu, büyük ses sanatçısı Yaşayan Efsane Cengiz Kurtoğlu, 05.05.1959 yılında (Boğa Burcu) Ata Barı diyarı Artvin’in tarihi ve turistik ilçesi Arhavi'de dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketinde tamamlayan Cengiz Kurtoğlu, 3 erkek 1 kız çocuklu ailenin müziğe en yatkın ferdi olarak amatör müzik yaşamına, arkadaşlarıyla kurmuş olduğu "Ciha Dağı Efsanesi" adlı orkestra grubu ile başladı. Aynı yıllarda bir çay fabrikasında memur olarak çalışan Cengiz Kurtoğlu 1979 yılında vatani görevini yerine getirmek üzere Ankara'ya gitti. O yıl Cengiz Kurtoğlu hem askerlik hem de babalık heyecanını bir arada yaşıyordu. İlk çocuğu olan "Orçun" dünyaya gelmişti. İlerleyen yıllarda da Aylin ve Aydın dünyaya geldi. Vatani görevini Ankara'da tamamlayan Cengiz Kurtoğlu bir süre memleketinde kaldıktan sonra 1982 yılında İstanbul'a gelerek amatör bir demo doldurup ünlü plakçı Şahin Özer'e göndermiş ve Şahin Özer'in demoyu beğenmesiyle birlikte profesyonel müzik yaşamına başlayarak 1983 yılında çıkarmış olduğu "Sen Sözden Anlamaz mısın" albümüyle müzik piyasasında dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Cengiz Kurtoğlu'nu Türkiye'de milyonların sevgilisi haline getiren asıl çalışması, 1986 yılında çıkardığı dillerden düşmeyen şarkılardan oluşan "Unutulan" isimli albümü oldu. "Gelin Olmuş Gidiyorsun" "Yarimi Ellere Gelin Etmişler" ve "Duvardaki Resim" isimli şarkılar 2000'li yıllarda bile tüm herkesin dilinden düşürmediği şarkılar oldu. 










 Bir karma kaset çalışmasında prodüktör Şahin Özer, Cengiz Kurtoğlu'nu Türkiye'ye ilan edercesine şu anonsla takdim ediyor: "Prensimiz, şarkılarında hasret, gönüllerimizde özlem, mısralarda şiir gibi ve işte Cengiz Kurtoğlu..." Bu anonstan sonra Cengiz Kurtoğlu'nun "Biz Ayrılamayız" adlı şarkıyı seslendirmesi oldukça anlamlıdır... 


Çünkü tüm sevenlerine bugünlere dair bir mesaj verircesine "Biz Ayrılamayız" diyerek bugün hayranlarıyla olan sıkı bağını yıllar öncesinde dile getiriyor. Daha sonraki albüm Türkiye'de o yıllarda yeni bir tartışmayı gündeme getirecek kadar bomba etkisi yaratmıştı. "Yıllarım" isimli albüm Türkiye'de "Cengiz Kurtoğlu" "Ümit Besen" "Arif Susam" hayranları arasında adeta arabeskin kralı ünlülerin hayranları arasındaki tartışmaya benzer bir tartışma yaratmıştı. Müslümcüler, Ferdiciler, Orhancılar - Cengizciler, Ümitçiler, Arifçiler gibi... Ancak bu tartışmalar arabeskçilerin hayranları gibi kavgalı gürültülü değil; polemikten uzak, sakin ve tatlı tartışmalar idi. Albüm çalışmalarının yanı sıra taverna restoranlarda program yapan Yaşayan Efsane, "Dostlar Tavernası 1-2-3" "Salim'in Tavernası'nda Krallar Elele" isimli karma albümlerde de o yılların popüler şarkılarını seslendirerek gönüllerde bambaşka duygular yaratmıştı."Aşıksın","Duydunuz mu","Hangi Cennetten Geldik","Gideceğim Bu Ellerden" gibi... Yaşayan Efsane kaset çalışmalarıyla birlikte "Kumar" "Aşığım Aşık" "Sönen Ocak" "Yıllarım" "Gelmeyin Üstüme" "Şansızım" "Beyaz Güvercin" isimli sinema filmleriyle de hayranlarıyla buluşmuştu. "Bizim Şarkımız" "Hayatımı Yaşıyorum" "Aşkımız İçin" "Gözlerin""Sensiz Kutladım" isimli kaset çalışmalarıyla tarzında hep zirvede kalmayı başaran Cengiz Kurtoğlu 90'lı yılların ortalarına doğru "Seven Benim" isimli albüm çalışmasıyla ve aynı albümdeki "Hayret" isimli şarkıya çekmiş olduğu kliple de televizyon ekranlarında hayranlarına görsel olarak ulaşmış, aynı zamanda daha geniş kitlelere seslenmeyi başarmıştı.Cengiz Kurtoğlu'nun 90'lı yıllara asıl damgasını vuran ve tarzını beğenen beğenmeyen tüm herkesin dilinden düşürmediği şarkısı, adını albüme veren "Seviyorum" şarkısı olmuştu. Cengiz Kurtoğlu, kaseti daha ilk çıktığı gün yüz binlerce satacak kadar müzik piyasasında zirvedeki en büyük isimlerden biri haline gelmişti. Zaten kendi tarzında tartışmasız O bir Kral'dı... Şahin Özer Plakçılık'tan ayrılarak kendi plak şirketini kuran Cengiz Kurtoğlu, "SİNDOMA MÜZİK" adlı yeni şirketinin ilk albümü olan "Hain Geceler" isimli albümü ve sinema filmiyle hayranlarının gönlünü bir kez daha fethetmiş, böylece hayranları "YAŞAYAN EFSANE" yakıştırması yaparak O'nu bir baba, bir kraldan daha yüce, daha anlamlı bir isme layık görmüşlerdi.



Cengiz Kurtoğlu'nun alçakgönüllülüğü ve ahlaki değerlere verdiği önemi, dürüstlüğü maalesef ki hem eski plak şirketince hem de ortağı olduğu eski müzik şirketinin diğer ortağı tarafından suistimal edilmişti. Tüm olup biten olaylar Cengiz Kurtoğlu'nu üzse de, O asla bu gibi üzücü durumları televizyon kanallarında bir sansasyon olarak kullanmamış, feryat figan etmemiş, beyefendi kişiliğiyle susmayı tercih ederek kamuoyunun takdirini kazanmıştır. Daha sonra oğlu Orçun Bora Kurtoğlu ile kurmuş olduğu müzik şirketi "SİMA MÜZİK" başarılı bir müzik şirketi haline gelmiştir. Cengiz Kurtoğlu eskiden beri sahne aldığı Tarabya'da hayranlarına, diğer ünlü sanatçılar gibi fildişi kulelerden bakarak seslenmemiştir. Çeşitli televizyon programlarına davet edildiğinde bile kaset tanıtımı yerine hayranlarının şarkı isteklerini büyük bir mütevazilikle seslendirmeye çalışmış, insanı mahçup eden beyefendiliğiyle ne kadar farklı bir sanatçı olduğunu tüm insanların takdirine sunmuş ve zaten gerekli itibarı da görmüştür. O artık herkesçe tanınan bir "YAŞAYAN EFSANE’dir Yine 2000'li yıllarda Cengiz Kurtoğlu müzik piyasasını yerinden oynatarak "Sevmek Yetmez mi" "Ağlamam Ondan" "Yalancı Bahar" "Tanrı İstemezse" "Yorgun yıllarım" "Huzurum Yok" "Ayrılık Saati" "Bu Şarkı" "Senin Eserin" isimli şarkılarıyla hayranlarının adeta yüreklerine tercüman olmuş, geniş kitlelerin beğenisini kazanmaya devam etmiştir.

















İbrahim Tatlıses'in Cengiz Kurtoğlu'na; mütevaziliği ve beyefendiliğiyle birlikte ailesine olan bağlılığı sebebiyle bir Show programında söylediği "Adam Gibi Adam" sözü Cengiz Kurtoğlu'na müzik piyasasının müstesna isimlerinin de ne kadar önem ve değer verdiği, saygı ve sevgi gösterdiğinin açık bir ifadesidir. Sansasyon yaratmadan, kasetleri daha çıktığı ilk gün tükenen Cengiz Kurtoğlu'nun bu başarısı eşsiz sesi, benzersiz yorumu ve şarkılarıyla birlikte örnek kişiliği, ahlakı ve mütevazi aile yaşantısından da kaynaklanmaktadır. Orçun, Aydın ve Aylin isminde iki erkek ve bir kız çocuğu olan Cengiz Kurtoğlu'nun ailesine olan düşkünlüğü herkesçe bilinmektedir. Ailesini olduğu kadar hemşerisi olan Karadenizlileri de ayrı bir içtenlikle seven Cengiz Kurtoğlu Karadenizliler'in her türlü etkinliğine iştirak ederek hemşerilerine olan saygısını, sevgisini ve desteğini içtenlikle vurgulamaktadır. Boş zamanlarında futbola olan ilgisi sebebiyle halı saha maçlarına katılan Cengiz Kurtoğlu, Fenerbahçelidir.










8 Aralık 2014 Pazartesi

Neden Çoğu Kişi Sağ Elini Kullanır?


Sağ elini kullanan insanlar dünya çapında çoğunluğu oluşturuyor. Bunun nedeni ne olabilir? Jason Goldman araştırdı.
Hangi eli kontrol etmesi daha kolaydır? Yazarken hangi elinizi kullanıyorsanız yemek yerken de aynı eli kullanırsınız. İnsanların yüzde 74 ila 96’sı sağ elini kullanıyor. İngiltere’deki Liverpool Üniversitesi’nden arkeolog Natalie Uomini’ye göre “solak insanların çoğunlukta olduğu bir toplum hiç olmadı”.
Herhangi bir yöne meyletme durumu beyinde başlar. Bazı işlemlerin beynin sol yarıküresinde, bazılarının ise sağ yarıkürede kontrol edildiğini biliyoruz. Ayrıca hem vücudumuzda hem de beynimizde kesişen sinirler, vücudumuzun sağ tarafının beynin sol tarafıyla ya da tersi halde kontrol edilmesini sağlıyor. Yani beynin sol yarıküresi sağ tarafımızdaki el, bacak ve gözümüzü kontrol ediyor.
Bazı uzmanlar bu nörolojik işbölümünün 500 milyon yıldır hayvanlarda hakim olduğuna inanıyor. Beynin iki yarısının farklı görevleri aynı anda yerine getirmesini sağlamak üzere bu özellik gelişmiş olabilir. Örneğin beynin sol yanı, yiyecek toplamak gibi günlük işleri yapmak, sağ yanı ise çevreyi sürekli kolaçan ederek tehlike durumunda ani reaksiyon göstermek için evrilmiş olabilir.

Ayağa kalkmak




Kanıtlaması zor olmakla birlikte şöyle bir ihtimal mümkündür: İlk insanlar (hominid) iki ayakları üzerinde doğrulup ellerini başka işler yapmak ve alet tutmak için serbest kıldığında bu uzuvlarını farklı kullanmaya meyilliydi. Ya da Stephanie Braccini’nin İnsan Evrimi Dergisi’ndeki (Journal of Human Evolution) makalede belirttiği gibi, “bireysel asimetrinin pekişmesi hominidlerin ayağa kalkarak alet kullanmasıyla başlamış olabilir”.
Braccini ve ekibi bu iddiayı desteklemek üzere şempanzeleri gözlediğinde şunu fark etti: Şempanzeler dört ayak üzerinde iken herhangi bir el tercihi söz konusu olmazken, iki ayak üzerine kalktıklarında yarısı sol eli, diğer yarısı ise sağ eli kullanıyordu.
Peki ne oldu da ilk insanlar daha çok sağ eli tercih etmeye başladı? Bunu tespit etmek için araştırmacılar kendi sağ ve sol ellerini kullanarak yaptıkları yontma taş aletleri o dönemden kalan aletlerle karşılaştırdılar ve şu sonuca vardılar: Hominidlerin sağ ellerini tercih etme durumunun 2 milyon yıldan daha eskiye dayandığını gösteren yeterli delil yoktu.
Fakat Kenya’daki Koobi Fora bölgesinde 1,5 milyon öncesinden kalma Homo habilisve Homo erectus türlerine mensup atalarımız taş aletlerini yaparken sağ ellerini daha çok kullandıklarına dair verilere rastlandı. 600 bin yıl öncesine geldiğimizde ise artık sağ elin baskınlığı bariz olarak görülüyordu. O dönemden kalan Homo heidelbergensis türü insan dişlerindeki yıpranma şekli, yiyeceklerin sağ elle ağza götürüldüğünü gösteriyordu.

Dil unsuru

Bu açıklama bize bu değişimin ne zaman oluştuğuna dair fikir veriyor, ama nedenini açıklamıyor. Bazı uzmanlar bunu dil ile ilişkilendiriyor. İnsanların çoğu, işlerini sağ elle yapıyor; bunu beynin sol yarıküresi kontrol ediyor; ve aynı şekilde dille ilgili işlemler de sol yarıkürede yapılıyor. Aslında dil için beynin sol tarafının kullanılması sağ el kullanımının da bir yan etki olarak gelişmesine neden olmuş olabilir.
Yani sağ el kullanmaya meyletme durumu, beynimizdeki sistemin tesadüfi bir yan ürünü olabilir. Fakat kanıtlaması zor, hatta imkânsız bir hipotez bu.
Solaklara gelince… 1977’de Psikoloji Bülteni adlı dergide yayımlanan bir makaleye göre, “sol el kullanımını, iddia edildiği gibi herhangi bir eksiklikle ilişkilendirecek fazla veri bulunmuyor”. Hatta bazı araştırmalar, solakların beyin hasarlarını daha kolay onardığını gösteriyor. Ayrıca herhangi bir kavgada sürpriz unsuru oluşturarak dövüş sporlarında daha başarılı olmaları da mümkün. Bütün bunlar genel normdan farklı olmanın avantajlı olduğunu gösteriyor.
KAYNAK:http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2014/12/141216_vert_fut_sag_el?ocid=socialflow_twitter